Bağışlarınız İçin Hesap Numaramız DOHAD - İs Bankası Gayrettepe Şubesi - 529030 |
SEATTLE REİS
Uğur Kaynak.
Anadolu Çevre Korumacıları Asamblesi II Başkanı
(Bilim ve Teknik - Haziran 1976 - Sayı 103 - Çevrenin Yıkımı Nasıl Başladı)
başlıklı yazıdan bir miktar kısaltılarak alındı.
Seattle Reis, Duvamish Kızılderililerinin Şefiydi. Bu küçük kabile batı
Amerika’da Pasifik okyanusunun yakınlarında Washington Gölü’nün sularını denize
akıtan ırmağın kenarında yaşamaktaydı. 1856 yılında bu kabile Bainbridge
Adasının doğu kıyılarına göç ettirildiler. Bu gün yalnız küçük bir ırmak ve bir
göl Duwamish adını taşır. Bir de Washington Eyaletinin en büyük şehri olan
Seattle Kentinin adı, Kızılderili Şeften alınmıştır.
1853-1857 yılları arasında USA Başkanlığı yapan Franklin Pierce’ın, topraklarını
sözde satın almak isteyen bir mektup yazması üzerine, Seattle Reis’in verdiği
yanıt değerlendirmenize sunulur.
Washington Kentindeki Büyük Başkan bize, topraklarımızı satın almak istediğini
bildiriyor. Büyük başkan bize aynı zamanda dostluk ve iyi niyet dolu sözler de
gönderiyor. Bu dostça bir davranıştır. Zira biz onun bu dostluğa ihtiyacı
olmadığını çok iyi biliriz.
Biz onun isteğini düşüneceğiz. Eğer biz satmaya razı olmazsak belki de o zaman
beyaz adam tüfeği ile gelecek ve bizim topraklarımızı zorla alacaktır.
Gökyüzü nasıl satılır? Ya da satın alınır? Ya toprakların sıcaklığı? Bunu
tasarlamak bize yabancıdır. İnsan, havanın tazeliğine , suyun şakırtısına sahip
olmazsa onu nasıl satabilir? Siz onu bizden nasıl satın alabilirsiniz? Biz
kararımızı vereceğiz. Seattle Reis ne söylerse Washington’daki Başkan bunun
doğruluğuna emin olmalıdır. Tıpkı beyaz kardeşimizin mevsimlerin tekrar
geleceğine emin olduğu gibi. Benim sözlerim yıldızlara benzer. Onlar hiçbir
zaman sönmez.
Bu dünyanın her bir parçası ulusum için kutsaldır. Parıldayan her çam yaprağı,
her kumsallık kıyı, karanlık ormanlardaki sis, dağlardaki her geçit, vızıldayan
her böcek… ulusumun düşünce ve yaşantılarında kutsaldır. Ağaçların içinde
yükselen özsuyu Kızılderili adamın anılarını da taşır.
Beyazların ölüleri, yıldızların altında gezmek için uzaklara giderlerken
doğdukları toprakları unuturlar. Fakat bizim ölülerimiz bu büyülü dünyayı hiçbir
zaman unutmazlar. Çünkü bu dünya Kızılderililerin annesidir.
Biz bu toprakların bir parçasıyız. O güzel kokulu çiçekler bizim kız
kardeşlerimiz, Geyik, at ve büyük kartal da bizim erkek kardeşlerimizdir. Yüksek
kayalıklar, yeşil çayırlar, tayların ve insanların vücutlarının ılıklığı aynı
bir aileye aittir.
Washington’daki büyük başkan bizden topraklarımızı istediği zaman işte bütün
bunları bizden istemektedir. O bizden çok şey istemektedir.
Büyük başkan bize bir yer vereceğini ve bizim orada rahatça yaşayacağımızı
söylüyor. Böylece o bizim babamız olacak biz onun çocukları. Böyle bir şey hiç
olabilir mi?
Eskiden Tanrı bizim ulusumuzu severdi. Fakat Kızılderili çocuklarını terk etti.
O, beyaz adama işlerinde yardım etsin diye makineler yolluyor. Beyaz adam için
büyük köyler yapacak. O, geçen her günle birlikte sizin ulusunuzu daha güçlü
yapacak. Beklenmeyen bir yağmurdan sonra ırmaklar nasıl taşarsa siz de öyle
taşacak ve bu toprakları dolduracaksınız. Benim ulusum gel-git’in çekilen
dalgalarına benzer. Fakat onlar bir daha geri dönmezler. Hayır. Biz başka başka
ırklardanız. Çocuklarımız beraber oynamazlar. İhtiyarlarımızın anlattığı öyküler
başka başkadır. Tanrının lutfu sizin üzerinizedir. Bizler yetim kaldık.
Biz topraklarımızı satmamız için yaptığınız teklifi bir kere daha düşüneceğiz.
Bu hiç kolay olmayacak. Çünkü bu topraklar bize kutsaldır. Suların çıkardığı
sesler atalarımızın öykülerini anlatır. Derelerin ve ırmakların parıltıları
sudan kaynaklanmaz. Onlar atalarımızın parıltılarıdır. Bilmiyorum. Bizim
davranışlarımız sizinkilerden farklıdır. Biz size bu toprakları sattığımız zaman
biliniz ki onlar kutsaldır. Sizin çocuklarınız da onların kutsal olduklarını
öğrenmelidirler.
Suların çıkardığı sesler bizim atalarımızın sesleridir. Irmaklar bizim
kardeşimizdir. Onlar bizim susuzluğumuzu giderirler. Kayıklarımızı taşır ve
balıkları ile bizim çocuklarımızı doyururlar. Topraklarımızı sattığımız zaman
bunu hatırınızda tutmalısınız. Irmaklar sizin de kardeşlerinizdir. Ve siz
şimdiden başlayarak ırmaklara karşı iyiliğinizi esirgememelisiniz. Öteki
kardeşlerinize de.
Kızılderili adam, onun topraklarına giren beyaz adam karşısında her yerde
geriledi. Sabahın sisinin, dağların ötesinden doğan Güneşin önünden kaçtığı
gibi. Bu topraklarda babalarımızın külleri bulunmaktadır. Bu topraklar bize
kutsaldır. Ama beyaz adamın bizim ne düşündüğümüzü anlamadığını da biliriz.
Toprağın her bir parçası onun için aynıdır. O sanki gece gelir ve topraktan
istediği şeyi alır ve gider. Toprak onun kardeşi değil düşmanıdır. Onu elde
ettikten sonra daha ilerilere gider ve onu terk eder. Babalarının mezarlarını
geride bırakır ve bir daha onlarla ilgilenmez. Babalarının mezarları ve
çocuklarının doğum hakkı çabucak unutulur. O annesi olan toprağı ve kardeşi olan
gökyüzünü talan edilecek şeyler veya birkaç koyuna veya birkaç inciye satılacak
şeyler olarak görür. Onun açlığı dünyayı saracak ve geriye çölden başka bir şey
kalmayacak.
Ben bilmiyorum. Bizim düşüncelerimiz farklıdır. Sizin şehirlerinizin görüntüsü
Kızılderili adamın gözlerini ağrıtır. Belki de bu, onun bir vahşi olmasından ve
bu gibi şeyleri anlayamamasından ileri gelir.
Beyazların şehirlerinde sessizlik denen şey yoktur. Orada yaprakların seslerini
veya böceklerin vızıltılarını duyamazsınız. Bütün bunlar benim bir vahşi
olmamdan ve bunları anlayamamamdan kaynaklanır. Gürültü ve patırtı bizim
kulaklarımızı tırmalar. Kuşların ötüşü veya geceleyin kurbağaların bağırışı
olmadıktan sonra dünyada ne vardır? Indian, bir gölün üzerinden eserek gelen
rüzgarın sesini ve taze kokusunu sever. Öğleyin yağan yağmurun taze çam
yapraklarından süzüp getirdiği reçine kokusundan hoşlanır.
Kızılderili adam için hava kıymetlidir. Çünkü her şey aynı solunumdan pay alır.
Hayvan, ağaç ve insan. Hepsinin teneffüs ettiği hava aynıdır. Beyaz adam
soluduğu havanın farkında değilmiş gibi. Tıpkı ölmüş bir insanın kötü kokuları
duymadığı gibi.
Fakat biz size topraklarımızı satarsak biliniz ki hava bizim için kıymetlidir.
Topraklarımızı satmak üzerine bir daha düşüneceğiz. Eğer buna karar verirsek
bunun bir koşulu olacaktır:
Beyaz adam topraklarımızdaki hayvanlara kardeşleri gibi muamele etmelidir.
Ben bir vahşiyim ve başka türlüsünü anlayamam. Ben şimdiye kadar beyaz adam
tarafından öldürülüp bırakılmış binlerce ve binlerce manda (bizon) gördüm. Ben
bir vahşiyim ve demir atın (lokomotif) sırf onun yoluna çıkmasın diye öldürülen
mandadan daha kıymetli olduğunu anlayamam.
Hayvanları olmadıktan sonra insanların ne önemi vardır? Eğer bütün hayvanlar
onları bıraksalardı insanlar ruhlarının yalnızlığından ölmezler miydi?
Hayvanların başına gelenler çok geçmeden insanların da başına gelecektir.
Hayatta her şey birbirine bağlıdır. Toprağın başına gelenler, onun oğullarının
da başına gelir. Sizler çocuklarınıza toprağa kıymet vermelerini öğretmelisiniz.
Sizler de çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiğimiz şeyleri öğretiniz.
Toprak bizim annemizdir. Toprağın başına gelenler, onun oğullarının da başına
gelir. Toprağa tükürürseniz kendi yüzünüze tükürmüş olursunuz. Zira biz
biliyoruz ki toprak insana değil, insan toprağa aittir. Her şey bir aileyi
birbirine bağlayan kan gibi birbirine bağlıdır. Toprağın başına gelenler, onun
oğullarının da başına gelir. İnsan hayatın dokusunu yaratmamıştır. O dokunun bir
parçasıdır. Hayır gündüzle gece bir arada yaşayamazlar.
Beyaz adamın topraklarımızı satın alması isteğini düşüneceğiz. Fakat benim
ulusum soruyor:
Beyaz adam neyi satın almak istiyor? Gökyüzünün maviliği, toprakların sıcaklığı,
koşan impalanın hızı nasıl satılabilir? Biz size bunları nasıl satabiliriz? Siz
bunları nasıl alabilirsiniz? Kızıl derili adam bir kağıt parçasını imzaladığı ve
onu beyaz adama verdiği için siz bu topraklara istediğiniz her şeyi yapabilir
misiniz? Havanın serinliğine ve suyun parıltısına sahip değilsek onları size
nasıl satabiliriz? Sonuncusu da öldürüldükten sonra mandaları nasıl satın
alabilirsiniz?
Biz teklifinizi düşüneceğiz. Biz satmaya razı olmadığımız takdirde beyaz adamın
tüfeği ile gelip topraklarımızı alacağını bilmekteyiz. Biz vahşi insanlarız.
Beyaz adam ise geçici olarak iktidardadır. O bütün dünyanın kendisine ait
olduğunu ve kendisinin bir Tanrı olduğunu sanmaktadır.
Biz sizin başka topraklara göç etmemiz teklifinizi düşüneceğiz. Orada sükun
içinde kalan sayılı günlerimizi geçireceğiz. Günlerimizin kalan kısmını nerede
geçireceğimiz önemli değildir. Çocuklarımız babalarının gururlarının kırıldığını
ve yenildiklerini gördüler.
Savaşçılarımız utandırıldılar. Yenilgiden sonra günlerini miskince geçirdiler.
Vücutlarını tatlı yemeklerle ve içkilerle zehirlediler. Günlerimizin geriye
kalanını nerede geçireceğimizin bir önemi yoktur. Zaten geriye pek fazla zaman
kalmamıştır. Birkaç kış geçtikten sonra geriye kendi uluslarının mezarlarında
matem tutacak kimse de kalmayacak. O ulus ki bir vakitler güçü idi ve geleceğe
umutla bakıyordu. Oysa şimdi ormanlarda başı boş dolaşmaktan başka yapacak bir
şeyleri kalmadı.
Fakat ben ulusumun çöküşüne neden ağlayayım. Uluslar insanlardan oluşur. Başka
şeyden değil. İnsanlar ise denizdeki dalgalar gibidir. Gelip geçerler.
Onlara yol gösteren ve onlarla bir dost gibi konuşan bir Tanrıya sahip olan
beyaz adam bile, herkes için belirlenmiş olan alın yazısından kaçamayacaktır.
Belki de biz hepimiz kardeşiz. Yalnız biz, beyaz adamın da bir gün keşfedeceği
bir şeyi şimdiden biliyoruz. Bizim Tanrımız da aynı Tanrıdır. Sizler bizim
topraklarımıza sahip olacağınızı düşündüğünüz gibi ona da sahip olmayı
düşünüyorsunuz. Fakat buna muktedir olamayacaksınız. O insanların Tanrısıdır.
Kızılderililerin de beyazların da. O yüzden bu topraklar değerlidir. O
toprakları yaralamak onun Tanrısını hor görmektir.
Beyazlar da bir gün bu dünyadan göç edeceklerdir. Belki de bütün diğer ırklardan
daha çabuk. Yataklarınızı zehirlemeye devam ederseniz bir gün kendi çöplerinizin
içinde boğulacaksınız. Fakat batışınız sırasında etrafa çok parlak bir ışık
salacaksınız. Bu sizi buraya getiren ve Kızılderili adama hakim olmanızı
söyleyen Tanrının kudretinden gelecektir. Sizin bu kaderiniz bizim için bir
muammadır.
Bütün mandalar öldürüldükten sonra, yaban atları evcilleştirildikten, ormanların
en gizli köşeleri bile insanların ağır kokuları ile kirletildikten, sevimli
tepeler konuşan tellerle doldurulduktan sonra… çalılıklar nerede? Kayboldular!
Kartallar nerede? Gittiler! Hızla koşan taya, hızla koşan ava “allahaısmarladık”
demek ne demektir? Bir yaşamın sonu sırf daha fazla şeye sahip olmaktan mı
geçer? Tanrı sizin hayvanlara ve Kızılderililere hakim olmanızı istedi. Fakat
bunun sebebi bizim için muammadır. Biz beyaz adamı anlayamıyoruz. Belki beyaz
adamın ne rüra gördüğünü veya uzun kış gecelerinde çocuklarına ne masal
anlattığını bilseydik belki o zaman onu anlayabilirdik.
Fakat biz yaban insanlarıyız ve beyaz adamın düşleri bize saklıdır. Bu yüzden
biz kendi yolumuzdan gideceğiz. Biz her şeyden önce her insanın istediği gibi
yaşama hakkını tanır ve sayarız.
Bizi birbirimize bağlayan şeyler pek azdır. Biz sizin teklifinizi düşüneceğiz.
Eğer ona evet dersek bu sırf bize vaad ettiğiniz toprakları güvenceye almak
içindir. Belki de orada geriye kalan kısa günlerimizi alıştığımız biçimde
geçiririz.
Size bu toprakları sattığımız zaman siz de onları bizim sevdiğimiz gibi seviniz.
Onlarla ilgileniniz. Onları bu gün bulduğunuz gibi koruyunuz. Bütün
kuvvetinizle, kalbinizle, ruhunuzla onları çocuklarınız için koruyunuz. Tanrının
sizi sevdiği gibi siz de onları seviniz.
Çünkü biz bir şey biliyoruz:
Tanrımız aynı Tanrıdır. Bu dünya kutsaldır. Beyaz adam bile ortak kaderimizden
kaçamaz. Biz hepimiz kardeşiz. Bunu zaman gösterecek.
Son Kızılderili de bu dünyadan gittiği ve onun hatırası yalnız bir bulutun
sonsuz çayırlar üzerindeki gölgesi olarak kaldığı zaman, babalarımızın ruhu bu
kıyılarda ve bu ormanlarda yaşamaya devam edecektir. Çünkü onlar bu toprakları
seviyorlardı. Yeni doğan bir bebeğin tıpkı annesinin kalp atışlarını sevdiği
gibi.
|